2020 tüm dünya insanları için diğerlerinden farklı bir yıl oluyor. Çok az istisna dışında neredeyse tüm insanlar hayatlarında ilk defa şahit olduğu bir pandemi süreci geçiriyor.

Hepimiz her gün gazeteler, tv & radyolar, sosyal medya kanalları üzerinden onlarca koronavirüs haberine maruz kalıyoruz. Uyarılar, istatistikler, bazıları korkutucu olabilen şakalar! Tüm bunlar hepimizin düşünce biçimlerinde kalıcı olabilecek değişikliklere yol açabilecek nitelikte ve sıklıkta.

Nisan ayı başında BBC’de yayınlanan bir makale Koronavirüs korkusu üzerine. Bu yazıda da ağırlıklı olarak bu makaleden faydalandım. Koronavirüs korkusu ruh halimiz üzerinde nasıl etki ediyor, gelecekte bizi neler bekliyor? Hepbirlikte bakalım.

Yüksek Anksiyetenin Yarattığı Etkiler

2020 başından ve özellikle Mart ayından itibaren medyada konu hakkında yaratılan bilgi/haber bombardımanının bir sonucu olarak yükselen aksiyete, ruhsal sağlık üzerinde hızla etki ediyor.

Kalıcı tehdit duygusu konfor alanının daralmasına ve kapalı toplumlara neden oluyor. Önce bireyler eve kapanıyor, şirketler uzaktan çalışma yolunu tercih ediyor… Ülkeler içlerine kapanıyor, hatta bireyler kendilerini ve ülkelerini korumak ve dışardan gelebilecek tehditleri en aza indirmek için kapalılık konusunda daha katı kuralların olmasını talep eder hale geliyor. Toplumun her parçasında dışarıyla bağ mümkün olan en az düzeye indiriliyor.

Korku ve Korunmacılığın Neden Olduğu Duygularla Sorgulanan Özgürlük Kavramı

Yine korkunun tetiklediği duygularla bireyler kontrolcü yapıları tercih etme eğiliminde oluyor. Eşitlik ve özgürlük gibi kavramlarda daha baskıcı ve kontrolcü yapılar gündeme geliyor. Ahlaki değerlerde muhafazakarlığın ön plana çıkacağı; hatta bu sürecin politik görüşleri etkileyebileceği gibi öngörülere yer veriliyor.

İlkel Duygular mı İnsana Yön Verecek?

İlkel duyguları anlamak için dilerseniz hastalık ve insanlık tarihine bir göz atalım. İlk çağlarda, henüz ilaçlar yokken bağışıklık sistemi virüslerle kendi başına başa çıkıyordu. Virüsün neden olduğu ateş, halsizlik gibi durumlarda vücut kendi kendine virüsle savaşırken harcadığı enerjiyi yerine koymak için içgüdüsel olarak dinlenme ihtiyacı hissediyordu. Yani ateş ve halsizlik; durmak/dinlenmek için bir ön belirtiydi.

Yine deneyimlerle ortaya çıkan belirtilerden biri kusmak/tiksinmek üzerine. Zehirli bir şey yiyince, kendi kendini koruyan bağışıklık bu zehiri reddediyor ve dışarı atıyor. Bu deneyimlerle öğrenilen korku ilk çağlarda insan için bir rehber oldu; potansiyel tehlike veya bulaştırıcılardan içgüdüsel olarak uzak durmasını sağladı.

İlkçağlardan beri öğrenilmiş korku ile kendini korumak için kötü kokan/bozuk veya temiz olmayan yerlerden uzak durma davranışı hep devam etti. Ama biçim değiştirerek. Temizliğin ne olduğu mesela biçim değiştirdi. Kötü koku diye adlandırılan herşeyin bozuk veya zararlı olmadığı anlaşıldı, çünkü işin içine daha fazla bilgi girdi.

Toplumsal Kurallara Yön Veren Korku Kavramı ve Baskıcı Rejimler

Şimdi tekrar ilkel duygular ışığında en baştaki konuya dönelim. Salgın dönemlerinde tarihte neler olmuş, bizi neler bekliyor onlara bakalım.

Hong Kong üniversitesinde yapılan bir araştırmada hasta insanlara hastalıkları süresince kimleri tercih edecekleri sorulmuş ve 2 seçenek sunulmuş. Seçeneklerin bir tarafında muhafazakar kişiler var, diğer tarafta sanatçılar ve özgür ruhlu kişiler. Gelen cevaplar büyük oranda muhafazakar kişiler yönünde. Hastalığın neden olduğu korunmacı duygular ve en başta da korku olası tehditleri hemen eleme eğilimine giriyor.

Yine tarihsel süreçte salgın dönemlerinde hep kontrolcü, kurallara uyan kişiler toplum tarafından kabul görmüş. Hatta otoriteyi sorgulayan, şüpheci yaklaşan kişilere oldukça sert tepkiler verilmiş. Kısaca itaat etmek öne çıkmış denilebilir!

Peki son noktada öngörüler neyi gösteriyor? Bunu zaman gösterecek. Daha baskıcı/kontrolcü bir dünyaya doğru mu gideceğiz, yoksa akıl ve bilginin ışığında duygularımızı yönlendirip ilkel duygularımızın bizi baskıcı yapılardan uzak tutmasını mı sağlayacağız? Tabi ki kontrol, önlem ve kurallar gerekli ama bunları da insana ve topluma zarar vermeyecek bir düzeyde tutmak ilerlemiş bir insanlığın göstergesi şüphesiz.